|
Nefes AlamıyoruzTürk Toraks Derneği’nin 25. yılında düzenlediği “20. Yıllık Kongresi” Antalya’da gerçekleştirildi. “Aynı Gökyüzünü Soluyoruz” sloganıyla gerçekleşen kongrede, akciğer sağlığını tehdit eden konular, toplum sağlığı ve güncel sağlık politikaları ile göğüs hastalıkları alanındaki yeni tedaviler, yurtiçi ve yurtdışından birçok deneyimli bilim insanı tarafından tartışıldı.
TTD 1. Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Arzu Yorgancıoğlu, Dünya Sağlık Örgütü tarafından kurulmuş olan Global Alliance on Respiratory Diseases’in (GARD), kronik akciğer hastalıklarının önlenmesi ve kontrolüne yönelik küresel işbirliğinin sağlanmasını amaçlayan bir organizasyon olduğunu söyledi. GARD Türkiye’nin, 2014 yılında Avrupa Parlamentosu Aktif ve Sağlıklı Yaşlanma projesi (EIP on AHA) paydaş olabilmek için başvurusunun kabul edildiğini aktaran Yorgancıoğlu, “2016 yılında ise bu proje için tüm Avrupa’dan referans merkez seçimleri yapılmıştır. GARD Türkiye 2 yıldız alarak bu merkezlerden biri olmuş ve 7 Aralık 2016’da Brüksel’deki özel törende ödülünü almıştır. Türkiye’den bu projeye kabul edilen tek merkez; ‘GARD Türkiye ve Türk Toraks Derneği’dir” dedi.
Nefes alamıyoruz Türk Toraks Derneği (TTD) Hava Kirliliği Görev Grubu’ndan Doç. Dr. Haluk Çalışır, Türk Toraks Derneği tarafından, hava kirliliği alanında gerçekleştirilen iki yeni araştırmanın sonuçlarını paylaştı: “Bu araştırmalardan ilki TTD Hava Kirliliği Görev Grubumuz tarafından gerçekleştirilen ve Türkiye’de hava kirliliği ölçüm yapan istasyonların 2016 yılındaki sonuçlarını ortaya koyan çalışmadır. Bu araştırma sonucunda partikül madde kirliliği açısından Muş, Ağrı Doğubeyazıt, Iğdır, Tekirdağ Merkez ve Kayseri Hürriyet istasyonları, 2016 yılında Dünya Sağlık Örgütü’nün izin verdiği üst sınırın 5 kat üzerinde kirlilik tespit etmişlerdir. Öte yandan İstanbul ve İzmir istasyonları DSÖ’nin kabul ettiği sınırı 2, başkent Ankara ise 3 kat aşmıştır. Bursa, Zonguldak, Mersin, Adana ve Hatay gibi önümüzdeki dönemde yoğun biçimde termik santral yapımının hedeflendiği illerde ise hava kirliliği DSÖ limitlerinin 2 ile 4 kat üzerindedir. Türkiye’de hava kirliliğinin yaşanmadığı nefes alınabilecek yerler sadece Tunceli, Artvin, Biga (Çanakkale) ve Doğankent (Adana)’dır. Daha kötüsü 29 il (%36) ve 62 istasyonda (%36) 2015 yılına göre hava kirliliği artmıştır. Dikkatinize sunmak istediğimiz ikinci araştırma ise; hava kirliliğinin sağlık etkilerini irdeleyen çalışmadır. Bu araştırmaya göre; 2013-2014 yılları arasında solunum sistemi rahatsızlıklarına bağlı olarak sağlık kurumlarına 13 milyona yakın kişinin başvurduğu, en sık tanının “Üst Solunum Yolu Enfeksiyonu” olduğu ve en fazla hastanın da 0-14 yaş grubunda olduğu saptanmıştır. Yapılan analizlerde iki yıllık süre içerisinde yaklaşık 150.000 kişinin başvurusunun tümüyle hava kirliliğine bağlı olduğu gösterilmiştir. Başka bir ifadeyle hava kirliliğinin azaltılması sonrasında 150.000 kişinin hastalanmaması ve Sosyal Güvenlik Kurumu fiyatları dikkate alınsa bile en düşük ihtimalle 9 milyon TL tasarruf yapılması mümkün olacaktır.” Yaygın ilaç dirençli tüberküloz Türk Toraks Derneği Başkanı Prof. Dr. Ali Fuat Kalyoncu, tüberkülozun “asrın mikrobu” olduğunu ve bu konunun Avrupa ve Amerika dahil tüm ülkeler için en önemli sağlık konuları arasında yer aldığını söyledi. Hastalığın özellikle göç alan ülkeler için ciddi bir sorun olduğunu vurgulayan Kalyoncu, ülkelerin sağlık politikalarında buna yönelik çalışmalara ağırlık verilmesi gerektiğini ifade etti. Derneğin Tüberküloz Çalışma Grubu’ndan Doç. Dr. Şeref Özkara da Türkiye’de tüberkülozun önlenmesine yönelik çalışmaların çok başarılı olduğunu belirterek, son 10 yılda hasta sayısının yarıya düştüğünü söyledi. Özkara, Türkiye’ye yönelik göç dalgasının hastalık riskine yol açtığını belirterek, “Veremli hasta sayısı azalmasına rağmen ‘Veremsiz bir Türkiye’ hedefine ulaşabilmek için, yabancı uyruklu-göçmen hastalar, sosyal ve ekonomik zorluklar, sağlık sistemindeki değişiklikler, ilaca dirençli hastalar konusunda daha kat etmemiz gereken çok uzun bir yol mevcut” diye konuştu. Özkara, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu alanda yürütülen başarılı çalışmalara rağmen, şimdi önümüze yepyeni bir şey çıktı. Özellikle eski Sovyetler Birliği ülkelerinden gelen ve tedavisi artık imkansız hastalık dediğimiz yaygın ilaç dirençli tüberkülozdur. Bu, dünyada bu kadar büyük bir korku yaratıyor, çünkü havayla bulaşıyor, hastaneye yatırıldığında oradakilere bulaştırabilir. Çünkü, tedavi etmek için ilaç yok. İşin vahim yanı ise Türkiye’de şu anda kayıtlı ve tedavi olan 10 hastadan sadece 2’si yerli vaka. Bu hastalar yaygın ilaç dirençli tüberküloz hastası. Bunların da kimden aldığı bilinmiyor. Büyük çoğunluğu hastaların ithal vakalar. Burada çok ciddi önlemler alınması lazım. Çünkü Türkiye’ye bu mikrobun yayılmaması lazım. Çok değişik ülkelerden hastamız var. Benim kliniğimde Suriyeli, Afgan, Iraklı hastalar çoğaldı. Artık başka ülkelerden de Türkiye’ye bu tip hastaların göçünün arttığı görülüyor. Türkiye, artık Avrupa ve Amerika’nın yaşadığı gibi göçle gelen hastalar sorununu gündemine almak zorunda.” “Eski binalar yıkılmadan asbest testi yapılmalı”
Kongre Başkanı ve Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Metin Akgün ise Ankara’da bir binanın yıkımı ile gündeme gelen asbest konusuna değinerek, “Teorik olarak 2000 yılı öncesi yapılan tüm binaları asbest açısından riskli olarak görüyoruz. Bunun için yıkımdan önce asbest testi yapılmalı” dedi. Eski binalardaki yoğun asbest içeriği nedeniyle , eğer usulüne uygun söküm yapılmaz ise, sadece söküm sırasında çalışanların sağlığını tehdit etmekle kalmayıp, asbest liflerinin yayıldığı yakın çevrede yaşayanlar için de risk oluşturabileceğini belirten Prof. Akgün, sözlerini şöyle sürdürdü: “Birçok ülkede 1980 öncesi yapılan tüm binalar asbest açısından riskli kabul edilirken, insan sağlığını önceleyen bazı ülkeler daha temkinli davranarak bu tarihi 2000 yılı ve öncesi olarak dikkate almaktadırlar. Ülkemizde de Asbest kullanımının 2010 yılı itibariyle yasaklandığı göz önüne alınırsa eski binalarda asbest riski yabana atılamayacağı aşikardır. İlgili yönetmelikte belirtildiği gibi sökümler bu konuda deneyimli uzmanlar gözetiminde yine bu konuda uzman çalışanlar tarafından belirli şartlara riayet edilerek yapılmalı ve çevreye asbest liflerinin yayılımı engellenmelidir. Bu tür binalarda öncelikle asbest bulunan alanlar belirlenmeli; mümkün olduğu kadar bu asbest içeriği (uygun elbise, koruyucu maske, havalandırma, negatif basınç gibi çalışan sağlığını koruyucu önlemlere dikkat edilerek) temizlenmeli; çıkarılan asbestli malzeme özel kapalı ambalajlarda taşınmalı; yine asbest için özel hazırlanmış hafriyat alanlarına dökülmeli; sonrasında da olası bir yayılımı engellemek için bina uygun şekilde ıslatılarak yıkım gerçekleştirilmelidir. Islatma işlemi de uygun yapılmazsa asbestli içerik akan suyla çevreye yayılabilir ve kuruduktan sonra yine çevredekiler açısından zararlı olabilir.” Sınav sırasında astım ilacı kullanımı Türk Toraks Derneği Astım ve Allerji Çalışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Gülfem Çelik, sınav sırasında astım ilacı kullanımı ile ilgili olarak, astım hastalarının tedavide kullanılan, “kurtarıcı” nitelikteki ilaçları yanlarında taşımaları gerektiğini, yasal açıdan gerekliyse astımlı adayların doktor raporu sunabileceğini ancak bu durumun sınava girişe engel olmaması gerektiğini belirtti. Prof. Dr. Gülfem Çelik, sınav sırasında astım ilacı kullanımı ile ilgili olarak şu bilgileri verdi: “Astım tedavisinde hastalar astım hakkında bilgilendirilirler, çevresel tetikleyici faktörlerden uzak durulmaları söylenir ve uygun ilaç tedavisi başlanır. Astımın tedavisinde iki nedenle ilaç kullanılır. İlki hava yollarındaki iltihabı önlemek için hekimlerce ‘kontrol edici’ olarak adlandırılan ilaçlardır. İkinci grup ise hastalığın doğası gereği özellikle çevresel faktörlerin varlığında ve/veya stres, gerginlik gibi durumlarda ortaya çıkan belirtileri düzeltmeye yönelik olarak verilen ‘kurtarıcı-rahatlatıcı’ ilaç grubudur. Astımlı hastaların ne zaman yakınmalarının artacağı bilinemediğinden hastaların ‘kurtarıcı’ olarak adlandırılan bu ilaçları(sprey veya toz biçiminde) her zaman yanlarında taşımaları önerilir. Hastaların gereksinim duydukları bir anda kurtarıcı ilaca ulaşamamaları bazen çok ciddi yaşamsal sonuçlara dahi neden olabilir. Bu nedenle, astımlı hastaların her ortamda yanlarında “kurtarıcı” olarak adlandırılan rahatlatıcı ilaçlarını yanlarında bulundurmaları zorunludur. Sınava giren adayların yanlarında, bu nedenle rahatlatıcı bir ilaçları bulunabilir. Yasal açıdan çok gerekliyse, astımlı adaylar doktor raporu sunabilir. Ancak bu durum sınavlara girmelerine engel olmamalıdır.” |